İrem Akkoç 11A P2
Yalnızlığın Kalabalığı
“Çünkü insan, birey olarak yalnız kendi kişisel hayatını değil, aynı zamanda, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, kendi çağının ve çağdaşlarının hayatlarını da yaşar…” cümlesi bana şunu düşündürüyor: İnsan, sandığı kadar yalnız değildir ama hissettiği kadar da kalabalık değildir aslında. Çoğu zaman yalnızca kendi hayatımızı yaşadığımızı düşünürüz; oysa fark etmeden başkalarının duygularını da içimizde taşırız. Belki de bu yüzden bazı hislerimiz bize aitmiş gibi gelir ama tam olarak bize ait değildir. Sanki içimizde, bizden başka hayatların izleri vardır. Bazen zihnimin neden bu kadar yorulduğunu anlayamam. Gün içinde çok büyük olaylar yaşamamış olsam bile, içimde açıklayamadığım bir ağırlık hissederim. Sonra fark ederim ki bu yorgunluk yalnızca bana ait değildir. Gördüğüm insanların kaygıları, korkuları, umutsuzlukları ve hayal kırıklıkları bir şekilde bana da bulaşır. Sosyal medyada karşıma çıkan bir haber, hiç tanımadığım bir insanın yaşadığı acı, bir arkadaşımın üzüldüğü bir an ya da gözlerinde gördüğüm bir kırgınlık uzun süre aklımdan çıkmaz. Sanki sadece kendi hayatımı değil, başkalarının söyleyemediklerini, bastırdıklarını ve sustuklarını da yaşıyorum. İnsan, yaşadığı çağdan kaçamaz. İçimizde sürekli bir gelecek kaygısı, bir yalnızlık hissi ve çoğu zaman da “yetersizlik” duygusu vardır. Daha iyi olmamız, daha başarılı olmamız, daha güçlü görünmemiz beklenir. Bunları ben seçmedim; ama yine de içimde yaşıyorum. Kimi zaman neden bu kadar huzursuz olduğumu bile bilemem. Belki de bu huzursuzluk, yaşadığım çağın bana bıraktığı bir mirastır. Çünkü insan, farkında olmadan zamanının ruhunu taşır. İçinde bulunduğu dönemin korkularını, beklentilerini ve kırılganlıklarını kendi kalbine yükler. En zor olanı da şudur: Bazen kendimizi çok yalnız hissederiz ama aslında yalnız değilizdir. Çünkü içimizde bir sürü insanın izi vardır. Sevdiklerimizin kırgınlıkları, hiç tanımadığımız insanların acıları, hatta geçmişte yaşamış insanların hisleri bile bizde bir yerde durur. Okuduğumuz bir kitapta, izlediğimiz bir filmde ya da duyduğumuz bir hikâyede, bize ait olmayan bir duygu bile içimizde yer edinebilir. Bu yüzden bazı hislerimiz hem bize aittir hem de değildir. Kendi duygularımızla başkalarının duyguları iç içe geçer. Belki de insan olmak tam olarak budur. Sadece kendi hikâyeni yaşamak değil, başkalarının hikâyelerine de kalbinde yer açabilmektir. Bu durum bazen çok ağır, çok yorucu ve insanın omuzlarına fazla gelen bir yük gibi hissettirebilir. Ama belki de insanı insan yapan da budur. Başkalarının acısını hissedebilmek, sevinciyle sevinmek, hiç tanımadığın birine bile içten içe üzülmek… Bunlar insan olmanın sessiz ama derin yanlarıdır. Sonuç olarak biz yalnızca “ben” diyerek yaşamıyoruz. Farkında olmadan “biz” olarak var oluyoruz. Kendi hayatımızın içinde, çağımızın insanlarını; onların korkularını, umutlarını ve yaralarını da taşıyoruz. Belki bu yüzden bazen yoruluyor, bazen kendimizi anlamakta zorlanıyoruz. Ama belki de bu yük, insan olmanın bedeli değil; anlamıdır. Çünkü insan, yalnızca kendini yaşayarak değil, başkalarını da hissederek gerçekten insan olur.
İrem Akkoç 11/A 1002
Yorumlar
Yorum Gönder