Musa Karaman 11A
Ahmet’in Sessizliği Bir Cinayet Mi Yoksa Ahlaki Bir Suç Mu?
Felsefede
bazen öyle sorular vardır ki, cevabı “evet” ya da “hayır” demek kadar kolay
değildir. Ahmet’in, kör olduğunu bildiği Mehmet’in uçuruma doğru yürüdüğünü
görmesi ama onu durdurmaması da tam olarak bu türden bir durumdur. İlk bakışta
basit bir hikâye gibi görünür: Biri görüyor, diğeri bilmiyor. Ama felsefe bize
her zaman şunu öğretir: Görmek, bilmek ve susmak bazen eylem yapmaktan çok daha
derin bir anlam taşır.
Peki burada Ahmet kimdir? Sadece bir seyirci mi? Bir suç
ortağı mı? Yoksa sessizliğiyle bir insanın ölümüne sebep olan biri, yani katil
mi?
Bu sorular, bizi
doğrudan etik felsefenin merkezine, özellikle de “eylem ve eylemsizlik”, “niyet
ve sorumluluk” kavramlarına götürür. Felsefede insanın değeri, sadece
yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla da ölçülür. O hâlde Ahmet’in sessizliği,
gerçekten “hiçbir şey yapmamak” mıdır, yoksa “yanlış bir şeyi seçmek” midir?
İlk bakışta Ahmet hiçbir şey yapmamıştır. Yani fiilen Mehmet’i
itmemiş, eline silah almamış, fiziksel bir saldırıda bulunmamıştır. Fakat
felsefede sadece “yapmak” değil, “yapmamak” da bir eylemdir. Çünkü insan, her
durumda bir seçim yapar: eylemek veya eylememek. Ve her seçim, sorumluluk
doğurur. Burada Ahmet’in sessiz kalması, aslında pasif bir eylemdir. Dolayısıyla
bu eylemsizlik, fiili bir cinayet değilse bile, ahlaki bir suçu vardır.
Aristoteles,
Nicomachean Ethics ( Nikomakhos’a Etik) adlı eserinde der ki:
“Erdem, bizden korku ya da haz karşısında doğru zamanda,
doğru şeylerden, doğru biçimde ve doğru nedenle etkilenmemizi isteyen bir
huydur.”
Bu sözün özünde
Aristoteles, erdemli insanın aşırıya da eksikliğe de kaçmadan, ölçülü davranan
kişi olduğunu söyler. Yani, doğru şeyi doğru zamanda ve doğru amaçla yapan kişi
erdemlidir. Ahmet’in elinde doğru olanı yapma fırsatı vardı. Mehmet’i uyarmak,
belki kolundan tutup çekmek kadar basit bir hareket bile bir hayatı
kurtarabilirdi ama o bunu yapmadı. Dolayısıyla bu durumda Ahmet, tanık olmaktan
çok seyirci kalan bir vicdandır. Ve bazen sessiz kalan vicdan, en yüksek sesle
suç işler.
Immanuel
Kant, bir davranışın ahlaki olup olmadığını sonuçla değil, niyetle
değerlendirir. Eğer bir insan, bir eylemi çıkar, nefret ya da öfke gibi
duygularla yapıyorsa veya yapmıyorsa o davranış ahlaki değildir. Ahmet’in
durumu da böyledir. Ahmet’in Mehmet’ten hoşlanmadığı için sessiz kalması yani
eylemsizliğinin ardında bir kötü niyet, bir duygusal nefret vardır. Bu nedenle
Kant’a göre Ahmet’in davranışı ahlaken yanlıştır, çünkü insanı bir araç gibi
görmüştür. Ahmet Mehmet’in yaşam hakkını, kendi duygusal nefreti uğruna hiçe
saymıştır. Bu durumda onun sessizliği, sadece bir tercih değil, ahlaki bir
ihanet olur. Bu yüzden Kant açısından Ahmet, ahlaken suçludur.
Peki Bu Olayın Toplumsal Ve Hukuki Açıdan Durumu Nedir?
Elbette hukuk
ile felsefe her zaman aynı dili konuşmaz. Hukuk, birinin fiziksel olarak suça
katıldığını görmek ister. Ahmet, Mehmet’i fiziksel olarak itmediği için
doğrudan fail değildir. Yani “yardım etmeme” de bazen suç sayılabilir. Belki
bazı ülkelerde tehlikedeki kişiye yardım etmemek açıkça suçtur. Ama bu olayda
asıl mesele, hukuki yasalar değil vicdan yasasıdır. Toplumsal olarak
düşündüğümüzde, Ahmet’in sessizliği, sadece bir kişiyi değil, toplumun güven
duygusunu da zedeler. Eğer herkes böyle davransa, kimse kimseye güvenemezdi. İnsanlar,
başkalarının sessizliğinde kendi ölümlerini duymaya başlardı. Sonuç olarak bu
olay, bize bir gerçeği gösteriyor:
Bazen bir insanın ölümüne neden olmak için onu itmek
gerekmez, bazen sadece susmak yeterlidir. Ahmet’in sessizliği, hukuken bir
“eylem” gibi görünmeyebilir ama felsefi açıdan bir ahlaki suçtur. Çünkü o,
eylemsizliğiyle yaşamın yanında değil, ölümün yanında yer almıştır. Felsefede
“eylemsizliğin suçu” kavramı, insanın ahlaki yükümlülüklerini hatırlatır:
Bazen hiçbir şey yapmamak, yanlış bir şey yapmaktan daha
büyük bir yanlıştır. Ahmet’in sessizliği, insanlığın ortak vicdanına bir
darbedir. Eğer herkes Ahmet gibi davransa, toplumda güven kalmazdı. Bu yüzden
felsefi anlamda Ahmet’in davranışı cinayet kadar ağır bir ahlaki kusurdur. Hukuken
Ahmet belki bir “katil” değildir. Ama felsefi ve ahlaki olarak o, en az bir suç
ortağı kadar sorumludur. Çünkü bazen birini kurtarmamak, onu öldürmek kadar
etkili olabilir. Ahmet’in davranışı, dışarıdan bakıldığında sıradan bir
kayıtsızlık gibi görünse de, aslında ahlaki bir çöküştür. Çünkü o anda sessiz
kalarak sadece Mehmet’i değil, kendi insanlığını da uçuruma itmiştir. Ve belki
de bu olayın en sarsıcı tarafı şudur:
Kötülük, bazen kötü insanların yaptıklarında değil, iyi
insanların sessiz kaldığı anlarda büyür.
KAYNAKÇA;
1. Aristoteles. Nikomakhos’a Etik.
2. Immanuel Kant. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi.
3. Wikipedia
Musa KARAMAN 11/A 1097
olmuş
YanıtlaSil❤❤
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilçok iyi olmuş
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilTeşekkür ederim 🙃
SilAhmetin sadece nefretle açıklamak biraz kolaycılığa kaçıyor olabilir. Kayıtsızlık aktif kötülükten felsefi olarak farklıdır ve bu ayrım pek irdelenmemiş. Öte yandan "Bazen hiçbir şey yapmamak, yanlış yapmaktan daha büyük bir yanlıştır" sonucu, mesajı güçlü bir şekilde vurguluyor. Beğendim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim ❤❤
SilKişi pişman olacağını bilerek de bir şey yapmış olabilir. Hayatını gerçeği biraz da nefrettir. Eline sağlık cok güzel olmuş
YanıtlaSilTeşekkürler🙃
Sil"Hukuken Ahmet belki bir “katil” değildir. Ama felsefi ve ahlaki olarak o, en az bir suç ortağı kadar sorumludur. Çünkü bazen birini kurtarmamak, onu öldürmek kadar etkili olabilir." tam anlamıyla böyle düşünüyorum. Güzel bir yazı ellerine sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim
Sil“Sessizlik bir suç mudur?” gibi etik bir soruyu cesurca ele almış; güçlü bir giriş.
YanıtlaSil