Yağız Demir 11A

 

-Akıl (veya bilinç) insan türü için bir yara mıdır yoksa bir nimet mi?

 

İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerden biri, hiç kuşkusuz “akıl” ve “bilinç” sahibi olmasıdır. Bu iki kavram, hem insanın kendini hem de evreni anlamasını sağlayan anahtarlar gibidir. Ancak tarih boyunca filozoflar ve düşünürler şu soruyla karşı karşıya kalmıştır: Bu bilinç gerçekten bir armağan mı, yoksa insanın taşıdığı en ağır yüklerden biri mi?

Bazı düşünürler, bilinci bir nimet olarak görür (Aristoteles,Descartes,Kant) gibi. Onlara göre insan, bilinç sayesinde kendini geliştirebilir, düşünebilir, değerler yaratabilir ve anlam arayabilir. Akıl, insanın doğayı kontrol etmesini, bilim üretmesini, medeniyet kurmasını mümkün kılmıştır. Kastamonu Üniversitesi’nde hazırlanan “Ben Bilinci ve Diğer Zihinler” başlıklı tezde de bu bakış öne çıkar: bilinç, evrimsel süreçte türün hayatta kalmasına katkı sağlamıştır. İnsan, farkında olduğu için plan yapabilir, hata yaparak öğrenebilir, geleceğe dair hayaller kurabilir. Bu yönüyle bilinç, insanı “doğanın ürünü olmaktan çıkarıp doğanın anlamı” hâline getirir.

 

Fakat aynı tezde de belirtildiği gibi, bilincin sadece aydınlık bir yüzü yoktur. Bilinç, insanın acı çekebilme kapasitesini de beraberinde getirir. Bir hayvan acı çektiğinde yalnızca o anda acı duyar; insan ise acıyı hatırlayabilir, düşünebilir, yeniden yaşayabilir. Bu durum, bilincin bir tür “varoluşsal bedel” olduğunu düşündürür. İnsan, geleceği planlama yeteneğine sahip olduğu kadar, ölümünün de farkındadır. Yani bilinç, hem yaşamı anlamlandırır hem de bu anlamın geçiciliğini göstererek bir yara açar.

 

Erol Sungur ve Dursun Akyasan’ın “Metazihin: Bilincin Bir Yanılsama Olduğu Düşüncesi” adlı makalesinde bu düşünce daha da ileri götürülür. Yazarlara göre bilinç, bir tür yanılsamadır. Beyin, kendisini bir “ben” olarak algılaması için bir hikâye üretir; biz ise bu hikâyeye inanırız. Bu açıdan bakıldığında bilinç, insanı özgürleştirmek yerine sınırlayabilir. Çünkü farkındalık, insanı sürekli düşünmeye, sorgulamaya ve çoğu zaman da kaygılanmaya iter. Bilinç, mutluluk getirmez; tersine, çoğu zaman huzursuzluk doğurur. Bu yüzden bazı filozoflar, “bilinç insanın lanetidir” der. Tıpkı Cioran’ın dediği gibi: “Düşünmek, varoluşun acısını duymaktır.”

 

Bütün bu görüşler bir araya getirildiğinde, akıl ve bilincin hem nimet hem de yara olabileceği görülür. Bilinç, insana değer üretme gücü verir; ama aynı zamanda onu kırılgan hâle getirir. Akıl, insanı hakikate yaklaştırır; ama kimi zaman o hakikatle yüzleşmek dayanılmaz olabilir. Bu nedenle bilinç, hem bir ışık hem de bir yük gibidir. Işığın olmadığı yerde insan kördür; ama ışık fazla olduğunda da gözleri kamaşır.

 

Sonuç olarak, “akıl” veya “bilinç” insan türü için tek yönlü bir kavram değildir. O, hem kurtuluşun hem de ızdırabın kaynağıdır. Belki de insan olmanın özü tam da buradadır: nimetle yaranın aynı bedende buluşması. Bilinç sayesinde düşünebilen, sorgulayabilen, sevebilen ama aynı zamanda acı çekebilen bir varlık olmak — işte insanı insan yapan tam da budur.

  Yağız Demir 11/A 1382

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Batuhan Aka 11A

Tuana Arslan 11A

Asya Akkaşlı 11A